ÜMRAN AVCI- Yedi yılda yazdığı “Sıfır” adlı romanıyla Attilâ İlhan Roman Ödülü alan Onur Caymaz, edebiyata olan sevgisini toplamda bin sayfa, 300 metinden oluşan denemelerde bir araya getirdi. Edebiyat ve kültür sohbeti tadındaki birbirinden bağımsız metinler, Caymaz’ın her şeyden önce iyi bir okur olabilmek için verdiği emeği de gösteriyor. Caymaz, henüz 20’li yaşlarının başındayken Selim İleri’nin kendi kütüphanesinden verdiği kitaplarla edebiyat yolunun açıldığını söylüyor. O dönem okuduğu yaklaşık 20 kitabın Orhan Kemal, Sevim Burak, Sevgi Soysal, Sait Faik ve Peyami Bey tarafından yazıldığına işaret ediyor.
Onur Caymaz, altı bölümden oluşan denemelerde ‘aylak okur’a seslenerek hem kendi okuma serüvenini anlatıyor hem de iyi bir okur olmak isteyen edebiyat sevenlere yol gösteriyor. Caymaz zaman zaman hırçın, zaman zaman sesini yükselterek edebiyat dünyasında olan bitenlere isyan edip itirazlarını sıralıyor. Kendisini var eden edebiyatçıları ise tek tek anarak hürmetini gösteriyor…
Serinin son kitabında “Sen benim için Türk edebiyatının en hoş temsilcilerinden birisin” diyerek Bihter’e sesleniyor. “Işıklarda İnecek Var” başlıklı sunuşunda yakın zamanda aramızdan ayrılan Füruzan ve Mario Levi’ye selam gönderiyor. Karanlıktan çıkmak isteyen okura, “Kendine kurabileceğin iyi bir kitaplık, mutlaka elinden tutacaktır” tavsiyesinde bulunuyor.
Saf tutmaya karşı
Caymaz, “Zamanlar; hayatlar ve siyasetler üstüdür” dediği edebiyatçılar arasında dolaştırıyor okuru. “Sanat imalat değil, yaratımdır” diyerek kelimelerin büyülü dünyasına götürüyor. “Türkçenin süt dişleriyle yazan” Yunus’tan girip Hulki Aktunç’tan çıkıyor metinlerinde. Bir yanda Tanpınar, Karakoç, Kemal Tahir, Halide Edib, Necati Cumalı, Leyla Erbil… Diğer yanda Balzac, Nabakov, Baudelaire, Marquez’e uzanıyor. Hepsini saymak olanaksız elbette.
Orhan Veli’nin, “Ölünce biz de iyi adam oluruz” sözünü hatırlatan Caymaz, yazarların ölünce daha çok sevildiğini söylüyor. Edebiyatta saf tutmaya ses yükselten yazar, “Sezai Karakoç okumak/sevmek için İslamcı, Ahmed Arif sevmeniz için solcu olmanız gerekmiyor” diyor.
Bir yandan da öneriler getiriyor Onur Caymaz. Paris örneğinden yola çıkarak duraklara edebiyatçıların isimlerinin verilmesinin hoşluk olacağını söylüyor: “Itri diye bir durağımız yok, neden? Cemal Süreya yok, Mahir Çayan yok. (…) Bir vapura Deniz Gezmiş adı verildiğini düşünsene mesela. Sunay Akın’ın, ‘Kimbilir kaç yunus görmüş, kaç deniz gezmiş’ dizesine, ‘Devrim’ şiirine de ne güzel gönderme olur.”
Başıma bir şey gelmeyecekse
Onur Caymaz, aynı başlıklı yazısında “sıkıldım” dediği konuları sıralıyor: “Bin adama taş çıkaracak Tomris Uyar’ın, ‘İkinci Yeni’nin gelini’ şeklinde anılmasından; Tezer Özlü gibi bir kadına ‘lirik prenses’ denen kılçık duyarlığından, ‘kadın yazar’ teranesinden sıkıldım. Bay Kafka’nın, ‘Dönüşüm’ adlı eserinin kapağına böcek resmi koyabilen yayınevlerinden sıdkım sıyrıldı. Zira Kafka, eserin ilk yayıncısına yazdığı mektupta kitabın kapağında asla böcek kullanılmaması gerektiğini belirtmiştir. Okumamış olabilir mi bunu bizimkiler, kaçırmış olabilirler mi bu ‘küçük’ detayı?”
Özetle; bir dertleşme, bir edebi sohbet, bir şair-yazarın edebi yolculuğu diye de okunabilir “Düşün Bihter Seni Deliler Gibi”. Yazıyı Caymaz’ın edebiyata dair bir sözüyle noktalayalım: “Büyük ustalar ölebilir ama edebiyat ölmez…”
Orhan Pamuk eleştirisi
Onur Caymaz, “dilini bilmiyor” dediği Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk’u da eleştiriyor kitabında. “Orhan Pamuk Notları” bölümünde “Kara Kitap”taki bazı cümleleri sıralayan Caymaz’a kulak verelim: “Cümleler Kara Kitap’tan: ‘Bu geometrik ve tertemiz manzarada (hoş yanı da buydu ya zaten) kendimi dışarıdan seyrederken O’nu kendimin yarattığını hemen anlamıştım.’ Dilimizi sonradan öğrenmiş gibi. Şuna gel; “Benim adreslerden hiçbirisi var mı sizde?’ Ya da şu; ‘Galip görür görmez ‘eski koca’yı tanıdı, ama o Galip’i değil.”
“İnsansız edebiyat olur mu? diye soran Caymaz serzenişte bulunuyor: “Murtaza’dan sonra eti, kemiği, siniriyle, sokakta aramak isteyeceğimiz kadar canlı bir kahramanımız oldu mu? Cemal Süreya’nın deyimiyle kâğıda iğne batırınca kanı elimize bulaşan bir kahramanımız oldu mu?”